Pazar, Kasım 1

"Wieliczka Salt Mine" gezisi

Burayı nasıl tarif etmeli bilmiyoruım. Biraz tarih ve coğrafyayla başlasam iyi olcak. Wieliczka şehrinde olup, Polonyanın güneyine düşüyor. 13. yy dan 1996 yılına kadar kesintisiz çalışmış, düşen fiyatlar karşısında kapatılmış ve şimdi turistik amaçlı ve de hastalar için rehabilitasyon ve sağlık merkezi olarak hizmet veren bir yer. Ayrıca 1978 yılında Unesco dünya mirasına girmiş. İlk başta bakıldığında küçücükmüş gibi görünen, ancak yerin 327 metre derininde ve 300 km ye yayılmış bir alanda. Büyüklüğünü hayal etmek çok zor. Ziyaretçilere sadece 135 mt derini, tünelleri yürüyerek de 3 km lik alanı gezebiliyor. Yani biz de sadece %10 unu gezebildik. Haydi buyurun benimle tekrardan gezmeye... :)
Tren istasyonundan eski bir tramvayla geldik kasabaya... Biraz yürüdükten sonra işte maden.... Bilet işlemleri için beklerken, fotoğraf-video kullanma ücreti 10 zl yazısını görüyorum. Bi enayi ben gibi gidip ödedim aldım stickerımı,  ben hariç hiç kimsede bu stickerdan yoktu... (sonradan rehberimiz ne kadar söylediyse kimse yanaşmamıştı ödemeye, gezinin en can alıcı noktası olan yer altındaki dev kiliseye girmeden önce bir kasa ve fotoğraf için 10 zl.... Herkes ödemek zorunda kaldı :) nasıl mutlu oldum anlatamam.hehehe :))
Nerde kaldım... Evet daha girişteyiz... :)) Asansörle ineriz diye düşünürken bir baktım ahşap merdivenlere doğru gidiyoruz... Asansör nerde felan diyorum ben içimden, hatta soruyorum bilen yok. (kafamdan ayna programı geçiyor, orda asansör vardı eminim). Bir bakıyorum ucu görünmeyen bir merdiven.... Labirent gibi in in bitmiyor... Oflamalar puflamalarla 378 basamak inmişim...  (kaç metredeyiz acaba felan derken, 64 mt cik inmizişiz) Tabi sonra geze geze, ine ine 135'i bulduk. Her yeri köşe bucak boş buldukları alanı madencilerin boş zamanlarında yaptıkları tuzdan yapılmış heykellerle doldurmuşlar ve hikaye uydurmuşlar onlara göre... Hikaye de olan-biteni anlatmak için rehber hiç yorulmuyor. Rehber sadece, 5-6 dil seçeneği sunan elektronik tablodan grubun diline göre düğmeyi seçip basıyor. Başlasın şov; ses efektleri ve ışıklarla birlikte heykeller konuşuyormuş gibi ufak oyunlar sergileniyor. Bunlardan en baştaki madenin hikayesini anlatan bir şovu baştan sona kayıda alabildim... Rehberin en sonunda bu hikayeye inandınız mı? demesi çok hoştu.. :)))
Suyu nasıl kullandıklar, tuzu nasıl taşıdıkları, havalandırmanın nasıl sağlandığı vs vs bir ton bilgiyi alarak geziyoruz... Özelikle taşıma sistemini anlatmak için bir sürü maket ve model koymuşar. Pek şaşırmadım ve enteresan gelmedi. Eskilerin, taşıma-ulaşım sistemini atla gerçekleştiriyorlardı.. Daireye bağlı olan atlar daire etrafında dönerek, daireyi hareket ettiriyor ve bu hareket enerji olarak kullanılıyordu. Bizim bazı değirmenlerin çalışması da böyle.. (Günümüzde hala aynı sistem çalışan değirmenin olduğunu biliyorum) Rehber kadıncağız çok hayret bir şekilde anlattı durdu sistemi, hatta 4 gönüllü istedi, atların bağlı olması gereken yere bunları gönderdi... :) başladılar dönmeye, ipe bağlı olan boş fıçıyı yukarı çekip indirdiler.. :)) çok komikti....
Yürü yürü bir doğu-batı yönünde bir kuzey-güney yönünde labirentin içinde peynir arayan fareler gibi dolan dolan... Ve işte.... madenin en büyük kilisesindeyiz... Herşey tuzdan, avizeler bile... İlk duyduğumda inanmamıştım ki hakkaten doğru... Heryer tuzdan figürler ve heykeller... Bunların madencilerin yaptığını inanmak çok güç, o kadar profesyoneller ki....Kilise ibadete açık, düğün, konser vs bilimum organizasyon yapılıyormuş...
Ordan büyük bir alana çıktık; kafeler, restaurantlar, hediyelik eşya satan dükkanlar... Sanki bilmem kaç metre altın da değilsin de kocaman oyuık bir kayanın içinde yeryüzündesin... Herkes de çok normal müzik eşliğinde yemeğini yiyor, Aman Allahım ben aklımdan Allah bilir burda kaç madenci ölmüştür burayı kazacam diye düşünürken adamcağız keyifle yiyip içiyor aynı ortamda... (çok ince düşünüyorum, sorun bende galiba)  :))
Neyse bol bol foto-video vs çektikten sonra 135 mt den asansörle çıktık yukarıya... Asansörde kaçıncı yüzyıldan kalmış bilemiyorum... Çok ilkel ve hurraa şeklide tıka basa sanki insan değil tuz taşıyorlar (genlerden geliyor, ata mesleği :) ) Sıkış sıkış yarım dakikada yeryüzündeyiz. Derin bir ohhhhhhhhh çektikten sonra... Yaşadığıma şükrettim. Sonra aynı tren istasnyonundan geldik merkeze... Malum bu hafta Halloween. Pazar günü market, büfe vs hiçibir dükkanın açık olmayacağını öğrendim ve kısa bir alışveriş yapayım diye carefour' a girdim... Yurda geldiğimde hem yorulmuş hemde acıkmıştım... Hemen domates soslu makarna ve yanında kefir... Karnı doyan çocuk uykuya dalabilir... Nasıl yorulmuşum yaaa. Akşam 5 gibi yattım güya 2 saat uyuyup kalkacaktım. Gece 2 de bir uynadım ki zaman kavramı allak bullak olmuş zihnimde.. Neyse kendime gelip oturdum yazmaya ve de bitirmek istiyorum.
Kısa bir de durum haberi araya sıkıştırdıktan sonra bu uzun yazıyı bitireyim....
Cuma günü nihayet Prof. Strzalka dan randevu alıp görüşebildim (randevu saati 5 den sonra). Havanın karanlık olması ve o saatde okulda kimseciklerin olmaması, normalde de kapıların kartlı geçiş sistemiyle çalışması benim kapıda mahsur kalmama neden oldu. Neyse ki birisini karanlıkta görüp el kol hareketleriyle, (heyyy biri var burda, buraya bak... vs ) yardıma muhtaç olduğumu gösterebildim... O kadar çok mutlu oldum ki çocuğun bana yardıma gelmesine. Farkına varmadan Türkçe teşekkür etmişim... Sonradan aklım başıma gelip Lehçe teşekkür edip geçtim...  :)))))) Ordan nihayet Prof.Strzalka 'nın karşısındayım.. Bu anı bir aydır bekliyordum., yaşasın sevinci kursağımda kaldı... Profesör hangi konularda daha önce çalıştığımı, amacımı ve ne kadar süre Krakovda kalacağımı vs sordu.. Mikrobiyolojiyle en az 4 yıldır içinde olan bir insan olarak beni başka bir Prof'a göndermeyi tercih etti. (Hoca da bitki çalışıyor, hiç bitki çalışmadığımı da öğrenince doğal olarak başkasına yönlendirdi. Bunu düşünmeliydim. Ama eli kolu bağlı söz verdim çalışcam diye, kesinleşmeden de başkasıyla konuşmak olmazdı). Oysa çok da iyi anlaşmıştık.. :( Neden beni tercih ettin? sorusuna da kolay öğrenci cevabı bulamadım mikrobioyolog ama öğrendim dedim. Şimdi yeni Prof.Potempa ile görüşüp projeyi almam lazım. 30 krediyi dolduramazsam Erasmus bursum tehlikeye giriyor... Prof.Potempayla geçen hafta tanışmıştım. Sevecen bir adama benziyor.... (Lütfen beni kabul etsin)
Şimdi de fotoğraf zamanı..... (o kadar çok ki, hangisini seçsem .. oooooo piti piti :) )


Efendim, madenin uzaktan görünüşü..


İndiğimiz merdivenler... sanki sonsuz karanlığa doğru 


Tünellerin bağzıları ahşaplarla güçlendirilmiş...


Madenciliğin tehlikseini anlatan temsil


Taşıma sistemi


Daha 90 mt deymişiz.... :)


Cüce madencilerin hayatı


Madenin içinde yer alan 300 kiliseden en büyük olanı =Chapel of Saint Kinga (flash lı çekim)



Flashsız çekimde çokta karanlık sayılmaz....


Tuzdan Jesus figürleri arka planda St.Kinga



Tuz kristallerinden avize


Kilisenin tüm duvarları Jesus'u anlatan tuzdan figürlerle dolu. Burda ise Son Yemek temsili.



En çok bu fotoğrafı beğendim. Avizenin altan görünüşü. 


   
Papa II. John Paul 



Bu ne şimdi demeyin. Maden bir sürü filme evsahipliği yapmış. En meşhurlarından biriymiş. Filmin arka planında 70 ve 80 lerde Polonya kültürü anlatılıyormuş. Madenin bir bölümüde eskiden film çekimlerinde kullanılan film, kamera vs sergileniyor


Johan Wolfgang von Goethe "Piekno nalezy wspierac bo tworza je nieliczni, a potrzebuje wielu" diyor yani.......... bilmiyorum tercümesini... Goethe demişse iyi demiştir. :) 


Rehberimiz eşliğinde maden için önemli bir başka kişi


Turistik eşya satılcılarında tuz kristalleri


Kehribar taşından takı incik bocuk Polonya'da çok fazla


Her yer tuz


Son durak, 135 mt deyiz iki katlı asansöre bincez...


Teknolojisini anlatmaya gerek yok.. Sayaçlar gösteriyor...

Hiç yorum yok: