Çarşamba, Ocak 20

depresif günlerden...

Pek keyfim yoktu, o yüzden sevgili blogum seni istemeden ihmal ettim. Ara ara yazmak için başladımsa da devamı gelmedi. Şimdi iyiyim, depresif durumum geçti sayılır. Öncelikle neden mi depresif hale büründüm? İki hafta öncesinden moral bozucu olaylar dizisi üstüme gelmeye başladı. Aslında kayda değer bir gelişme olmadı, olaylar karşısında fazla hassas davrandım belkide; bilmiyorum.
Kayak tripinde istemeden "kalbimi" incitmişimtim, onarmak biraz zaman aldı. Böyle bir ruh haliyle yaşarken, laboratuvarda keyifsiz geçti. İnsanları tanıdıkça, laba daha derine, içerisine girdikçe makyajlı yüzlerin altındaki gerçekleri görmeye başladım. İnsan faktörünün  yoğun olduğu yerlerde mutlu bir çalışma ortamı oluşturmak çok zor. Geçen hafta yaşanan malzeme krizinin tam ortasındaydım. Hücremin besiyerini değiştirmem gerekiyor ama steril pipet yok. Var ama bana yok, herkes nerden bulup çalışıyor onu anlamıyorum. Bir anda çalışılacağı zaman pipetler çıkıyor, çalışılıyor ve ortadan kayboluyor. Sinir katsayım tavan yaptı. Kâle alınmayan konumundan nefret ederim, benim yaptığım sanki bilimsel bir çalışma değil, sizlerinki bilimsel. Malzeme sorunu başta olmak üzere, aynı grupta aynı amaç uğruna çalışmamıza rağmen yardımın esirgenmesi, ne halin varsa gör, herkes kendini düşünmek zorunda anlayışı vs vs... çileden çıktım. Hevesim ve enerjim gitti. İşte böyle bir haftadan haftasonuna girdim.
Haftasonu, uçakta tanıştığım ve interrail maceramı birlikte yaşadığım arkadaşlarım yurtlarında veda yemeği veriyorlardı. Davetleri üzerine  süper bir akşam geçirdim. O kadar çok uğraşmışlardı ki sofrada kuş sütü eksikti diyebilirim. Bir nevi Türk gecesi gibi oldu. Çorbadan, ana yemeğe, ara salatalardan, aperatfilere kadar neler neler... Krakow da yediğim en güzel yemeklerdi. Kara lahana sarması bile sarmışlar ki, asma yaprağı gibi incecik, Almanyadan bulgurla, enfes bir mercimek köftesi.. devam edeyim mi! ;) Velhasıl koyu sohbetle birlikte unutulmaz bir akşamı geride bıraktık, arkadaşlarla Türkiyeye dönünce de bağları koparmamak için sözleştik ve çok geç olmadan güzel ortamdan ayrıldım. 
Pazar günü ise Yehova grubunun toplantısına davetliydim. Daha önceden dosyamı hazırladım ve saatinde yola koyuldum, adresi soğukta 1 saat yürüyerek aradım ama bulamadım. Girmediğim sokak, bakmadığım bina kalmadı ki yok. Adresin yanlış olması mümkün değil, çıkmadan innternetten kontrol ettim, doğru sokaktayım ama 88A diye bir bina yok. Krakow için normal bir durum değil, o kadar düzenli ki adres sistemleri bulamamam hayret verici. Neyse dedim elimden geleni yaptım, aradım bulamadım. Orda uzunca süredir gitmeyi ve denemeyi planladığım restauranta gittim. Restaurant Michelin reberine girmeyi başarmış. (Sonradan öğrendim ki aslında şirketin üç restaurantı varmış iki restaurant rehbere girmiş ama bir tanesi henüz değil). Konum itibariyle seçtiğim restaurant da rehberde anılmayan ama başka yerlerde rehberdenmiş gibi gösterilenmiş. Neden rehbere giremediğini anlıyorum, bu kadar kaba, bu kadar görgüsüz bir karşılama görmedim. İçeri girer girmez garson kızın hemen üstüme üstüme gelip son derece kaba bir İngilizceyle yerimiz yok diyip kapıyı göstermesi şok etkisi yarattı. Rezervasyon muhabbetine girdik ki çıkamadık. Gözümle rezerve olan ve olmayan masaları rahatlıkla ayırt edebiliyorum, yer var ama yok deniliyor. Hiç tasvip etmediğim bir durum... Yazık çok yazık. İçimden sizleri Michelin'e şikayet etmezsem! dedim ve ayrıldım. Rehbere girmişsin ama insan gibi davranmayı öğrenmemişsin. Döner dönmez öğrendim ki şirketin rehbere bir tek bu restaurantı girememiş. Bu kafayla giremezde. Michelin'e yazmadım ama şirketin ana adresini bulabilirsem mail atacağım. Ya da şirketin adını vererek Michelin'a da yazabilirim! Yazmam da gerekiyor...
Diğer taraftan Türkiye'den gelecek arkadaşım için bilet bulamıyoruz. Ayrı sinir bozucu bir durum, bulduğumuz bilet ertesi güne fiyatı ikiye katlanıyor. Kafayı yedik (yiyoruz), nasıl yapacağız nerden bulacağız, ayrı bir konu. Herşey üst üste geliyor. Hayırlısı...
Bu haftaya ise güzel başladım ama hücrelerimin çok yavaş gelişmesi çalışma programımın aksamasına yol açıyor, beklemekten başka çare yok. Laba gidiyorum ama ayak altı olmamak için çaba sarfediyorum. Ufak ufak sorunlarda olmuyor değil. Bir tarafım neden uğraşıyorsun bunlarla diyor, diğer tarafım çalışmalısın Nobel seni bekliyor diyor ;) (Nobel sabırsızlanıyor benle kavuşmak için de)
Velhasıl son iki hafta içinde çevremde olup biten olumsuzluklarla içimdeki ben çarpıştı. Elimi kolumu kaldıracak halim yoktu, kafam karışık, duygular karışık, bitmeyen bir sorgulama, iş bulamama kaygısı vs vs.  Sonra Amnnnnnnnn dedim, attım kenara, düşünme boşver olacağı varsa olur,  Şu aralar iyiyim, sahip olduklarımla mutluyum, günü yaşamaya ve keyfini çıkartmaya çalışıyorum. Haftasonu günü birlik bir geziye katılma planım var. İyi geleceğini umuyorum.

Hiç yorum yok: