Salı, Ocak 26

Deli gibi koşuşturmaca ve Zawoja!

Geçirdiğim şu son 5 günü anlatmaya kalksam sayfalarca sürer. Uzun süredir bu kadar yoğun yaşamamıştım. Bol olaylı, atraksiyonlu bir hafta içi ve ardında haftasonu geldi. Dinlenemeden yeni bir hafta başladı bile.. Bazen kendime şaşıyorum, yaşıyormuyum ben diyorum... ;) [Anlatınca eminim bana hak vereceksin...]
Başlayalım geçen haftadan, Pazartesi, Salı günü Permbe günü olan sınavıma zihnen hazırlanmayla geçti (maalesef fiiliyata dökemedim). Labda da pek bi iş yok gibiydi, hücremin üremesini beklememeye devam ediyordum. Beni boş boş gören  supervisorum Dr.Koziel yeni bir çalışma vermekten kaçınmadı. Salı gününden elimde bir anda 4-5 makale ve yeni bir metod çalışma programını buldum. Önce sadece okumam ve öğrenmem söylenmişti, ne zaman deneye başlanacağı hakkında bilgim yoktu. Çarşamba günü ise tek programım sınavıma çalışmaktı. Dr.Koziel de perşembe günü için protokol yazmamı istedi. Sınavım var dedim demesine ama yine kurtulamadım. Yeni metodu A'dan Z' ye herşeyiyle yazmam gerekiyordu.  Çarşamba gecesi sınavı bir kenera atıp sabah 5:30'a kadar üzerinde çalıştım. Beğendin mi yaptığım işi hayır! o kadar saat kaynak ara metod güncelle, buffer hesapla derken sabahı ettim. Sınava çalışayım birazda dedim ama içimde hiç rahat değil korkuyorum sınavdan. Ona da bir saat kadar çalıştım. Nasıl olsa, dersten sonra sınav yapar, ders esnasında biraz daha bakarım dedim, vurdum kafayı yattım. Bir saat uyudum uyumadım sersem bir şekilde gittim okula. Attık bir zar tutmadı, hoca gelir gelmez sınav yapmaz mı! Üstelik çalıştığım hiçbir yerden de soru yok.. Ne halt edeceğim ben böyle... Hoca bir ara ortalıktan kaybolmasıyla (sağolsun) Wojtek'ten kopya çektim, yarım yamalak cevapladım. Çekerkende yakalandım o ayrı bir utanç verici durumdu... Velhasıl kalırsam kalayım dedim verdim çıktım...
O gün sınav ve ders sonrası labda akşamı ettim. Metod üzerinde konuş, denemeyi ayarla, ekimi yap derken saat nasıl geçmiş anlamadım. Yurda dönünce 1 saatlik uyumama rağmen üstüne birde koşuya çıktım. -9 da buzda koşmakda pek akıl karı değil. Allahtan hastalanmadım. O akşam Türkiyeye dönen bir arkadaşın veda partisi vardı oraya da uğrama niyetindeydim,  çıkmadan önce aradım ulaşamadım bende vazgeçtim iyi ki de gitmemişim.
Cuma günü ise sabah 9 da başladım çalışmaya. 2 saat de bir kültürden örnek alıp analizi yapıyordum . Her bir analiz zaten 1 saat sürüyor, dinlenmeden bir sonraki parti... Labda bir o köşeye bir bu köşeye derken o gün de akşam üstü labdan ayrılabildim. Akşam da başka bir Türk arkadaşın "good  bye erasmus" partisi vardı ki çok çok yorgun olmama rağmen gittim. bir saat kalır dönerim dedim olmadı 12 de anca kalkabildik. Yurda gel Cumartesi için çanta hazırla derken gece 1 de yatabildim.
Zawoja'ya günübirlik kayak gezisi için hafta içinden kayıt yaptırmıştım. Cumartesi sabah 5 de kalktım. Toplanma yeri otobüs terminalinde saat 6:00 da. 5:30 yola koyuldum. Issız, soğuk, tek başıma durakta bekledim ama tramway gelmedi. Geç kalmayayım bari dedim başladım yürümeye 15 dakika -20 de yalnız, soğuk boş sokakta yürüdüm. Yürürken gitmek ve geri dönmek arasında gidip geldim. Theatre Bagetela denen durağa geldim ki benim geç kalan tramay çıkageldi, neyse dedim koyulduk yola artık devam. Buluşma yerini bulmak ayrı bir olaydı. 6 ya 5 kala bulamayacağımı anlayınca organizatorü aradım, çocuk anlatıyor ama ben gram anlamıyorum. Hiç normal değil, kafamı toparlayamıyorum ki anlayıp, kavrayayım, bulayım. Günlerdir o kadar efor ve uykusuzluğa böyle olur işte...  Neyse sora sora buldum. 15 kişilik kontenjanlı gezide 13 kişiydik. 4 Leh, 1 Türk(ben), 8 İspanyolla koyulduk yola... 2 saatlik yolda uyumaya çalıştım biraz başardım.
Zawoja'ya varınca dolmuştan iner inmez nasıl bir soğuk aman Allahım!. Kara gidiyorum diye kat kat giyinmeme rağmen dondum dondum. (- 25 olabilir) Ski pass'ın açılması bekledik 1 saat kadar. Bu arada kayak kiralama ile uğraştık.. Gruptan hiç kimse ne tanışmaya yanaştı nede kaynaşmaya.. Herkesin bir grubu vardı. Bir ben birde organizatör yalnızdı. Onla da pek konuşamadık çünkü ne dediğini anlamıyordum.. O bana bir şey soruyor ben alakasız bir cevap veriyorum. Çok komikti, demiştir; ne aptal kız diye ;)))
Neyse ski-pass 9 da açıldı, 14'e kadar 5 saat süremiz vardı. Mümkün olduğunca dolu dolu geçirmeye çalıştım.  Hava da güneşli olunca oh değmeyin keyfime.. (-9 da güneş hiç ısıtmasa da varlığı yetiyor)
Yine kendimce eğlenerek, kayarak, düşerek, yuvarlanarak, foto çekerek, video kayıtlarına konuşarak geçti. 8-9 kere çıktım kayarak indim ama bir tanesini bile sıfır düşüşle başaramadım. Tam düşmeyeceğim diyorum; çok hızlanıyorum, yavaşlayayayım derken sert fren hopppp yerdeyim. Sola dönüşlerimi çok geliştirmiş, sağ eksik kalmış, sağa çalışayım derken de fren ayarsızlığı; o kadar sürate bir anda frenle yine yerdeyim... Hele o son iniş rampası komple buz, düşünce durulamıyor bile, sürünüp gidiyorsun... Uykusuzluk, koşudan ve lab performasımdan kaynaklı bacak kaslarımın yorgunluğu da eklenince pek gücüm yoktu. Eğlenmek ve keyfini çıkartmak bakımından değerlendirirsem tüm kayak performanslarımdan en iyisiydi. Dinç bir vücutla daha iyisi yapabileceğime eminim. Neyse efendim yine iyi ki de gitmişim ne iyi etmişim. ;) Üstelik o kadar da uygundu ki; 25 tl otobüs ve sınırsız ski-pass, ski kiralama 15 tl, kahve ve snikers 3 tl = 43 tl cik harcadım ki çok komik bir rakam... Sağ salim yurduma varabildim. Dinlenebildim mi hayır! ;) (atraksiyona devam)









Pazar günü yine sabah çok erken uyandım. Bu kez çok fazla samimi hatta hiç samimi olmadığım, en fazla 3-4 kere karşılaştığımız bir Türk arkadaşa hava limanına geçirme sözü vermiştim. Onu yerine getirmek için 6:30 da yoldaydım. En fazla 2 saatimi alır dönerim dedim ama 5 saat den fazla zamanım gitti. Neler oldu neler! Arkadaş biletin gidiş dönüş Türkiyedeki bir acentedan almış. 24JAN olması gereken bilet acenta hatası ile 24Oct ye kesilmiş. Hiç kimsenin de gözüne batmamış. OCT yani Kasıma kesilmiş, İngilizce görüp Türkçe algılamak bu olsa gerek. Arkadaş şok içerisindeydi . Şaka gibi pılını pırtını topla Erasmusa, Krakow'a veda et, elindeki bilet gçersiz olsun ve kala kal hava limanında. Bilet kasımdan yanmış kullanılamaz, yeni bir bilet alması gerekiyor. Yeni bir bilet 800 tl. 24 ya da 25 gitmesi şart çünkü 25 de vizesi bitiyor. Tamda biz ne olacak  şimdi diye düşünürken bir Türk (iş adamı görünümünde) çıkageldi. "Merhaba! bende arkadaş arıyordum, nerden böyle? " sorusuyla dumur olduk. Nereden çıktı böyle! (Havalimanında toplasan 100 kişiden fazla insan yok pazar sabahı ve Krakow da) Kasıntılı adamımız blackberrysini, telefon kartnı bilimum ne gerekiyorsa yardım etmeye çalıştı. Para bile teklif etti! ;) Ara ara artis artis konuşmaları bezdirmedi değil. Ben şurda fuardayken şöyle bir olay oldu burda bu başıma geldi, tercümanımla ben şurdayken vs vs... pek sıkıcıydı dinlmek ve kafa sallamak zorunda kaldım. :( Sağ olsun elinden geldiğince yardım etmeye çalıştı inkar edemem. Eski biletden hayır gelmeyeceğini öğrendikten sonra işadamımıza teşekkür edip koyuduk bilet bulmaya! Velhasıl bilet bulana kadar, öldük öldük dirildik. En uygun ve tek olasılık; önce Stutgart'a gidip ordan Pegasusla Sabihaya inmek. Son dakika Stuttgart bileti olunca bir hayli pahalıya patladı ama gittiğine şükrettim. Pazar günü yorgunluğu mu daha atamadan bir koşuşturmacayı daha atlattım. Bacaklarım ağrıdan kopuyordu. Hafta içi de ilk günden yoğun bir şekilde başladı ve devam ediyor (Pazartesi 13 saat kesintisiz çalıştım).   Onları da artık başka bir yazıya bırakayım. Keza çok fazla yorgunluk cümlesi beni yordu!

Çarşamba, Ocak 20

depresif günlerden...

Pek keyfim yoktu, o yüzden sevgili blogum seni istemeden ihmal ettim. Ara ara yazmak için başladımsa da devamı gelmedi. Şimdi iyiyim, depresif durumum geçti sayılır. Öncelikle neden mi depresif hale büründüm? İki hafta öncesinden moral bozucu olaylar dizisi üstüme gelmeye başladı. Aslında kayda değer bir gelişme olmadı, olaylar karşısında fazla hassas davrandım belkide; bilmiyorum.
Kayak tripinde istemeden "kalbimi" incitmişimtim, onarmak biraz zaman aldı. Böyle bir ruh haliyle yaşarken, laboratuvarda keyifsiz geçti. İnsanları tanıdıkça, laba daha derine, içerisine girdikçe makyajlı yüzlerin altındaki gerçekleri görmeye başladım. İnsan faktörünün  yoğun olduğu yerlerde mutlu bir çalışma ortamı oluşturmak çok zor. Geçen hafta yaşanan malzeme krizinin tam ortasındaydım. Hücremin besiyerini değiştirmem gerekiyor ama steril pipet yok. Var ama bana yok, herkes nerden bulup çalışıyor onu anlamıyorum. Bir anda çalışılacağı zaman pipetler çıkıyor, çalışılıyor ve ortadan kayboluyor. Sinir katsayım tavan yaptı. Kâle alınmayan konumundan nefret ederim, benim yaptığım sanki bilimsel bir çalışma değil, sizlerinki bilimsel. Malzeme sorunu başta olmak üzere, aynı grupta aynı amaç uğruna çalışmamıza rağmen yardımın esirgenmesi, ne halin varsa gör, herkes kendini düşünmek zorunda anlayışı vs vs... çileden çıktım. Hevesim ve enerjim gitti. İşte böyle bir haftadan haftasonuna girdim.
Haftasonu, uçakta tanıştığım ve interrail maceramı birlikte yaşadığım arkadaşlarım yurtlarında veda yemeği veriyorlardı. Davetleri üzerine  süper bir akşam geçirdim. O kadar çok uğraşmışlardı ki sofrada kuş sütü eksikti diyebilirim. Bir nevi Türk gecesi gibi oldu. Çorbadan, ana yemeğe, ara salatalardan, aperatfilere kadar neler neler... Krakow da yediğim en güzel yemeklerdi. Kara lahana sarması bile sarmışlar ki, asma yaprağı gibi incecik, Almanyadan bulgurla, enfes bir mercimek köftesi.. devam edeyim mi! ;) Velhasıl koyu sohbetle birlikte unutulmaz bir akşamı geride bıraktık, arkadaşlarla Türkiyeye dönünce de bağları koparmamak için sözleştik ve çok geç olmadan güzel ortamdan ayrıldım. 
Pazar günü ise Yehova grubunun toplantısına davetliydim. Daha önceden dosyamı hazırladım ve saatinde yola koyuldum, adresi soğukta 1 saat yürüyerek aradım ama bulamadım. Girmediğim sokak, bakmadığım bina kalmadı ki yok. Adresin yanlış olması mümkün değil, çıkmadan innternetten kontrol ettim, doğru sokaktayım ama 88A diye bir bina yok. Krakow için normal bir durum değil, o kadar düzenli ki adres sistemleri bulamamam hayret verici. Neyse dedim elimden geleni yaptım, aradım bulamadım. Orda uzunca süredir gitmeyi ve denemeyi planladığım restauranta gittim. Restaurant Michelin reberine girmeyi başarmış. (Sonradan öğrendim ki aslında şirketin üç restaurantı varmış iki restaurant rehbere girmiş ama bir tanesi henüz değil). Konum itibariyle seçtiğim restaurant da rehberde anılmayan ama başka yerlerde rehberdenmiş gibi gösterilenmiş. Neden rehbere giremediğini anlıyorum, bu kadar kaba, bu kadar görgüsüz bir karşılama görmedim. İçeri girer girmez garson kızın hemen üstüme üstüme gelip son derece kaba bir İngilizceyle yerimiz yok diyip kapıyı göstermesi şok etkisi yarattı. Rezervasyon muhabbetine girdik ki çıkamadık. Gözümle rezerve olan ve olmayan masaları rahatlıkla ayırt edebiliyorum, yer var ama yok deniliyor. Hiç tasvip etmediğim bir durum... Yazık çok yazık. İçimden sizleri Michelin'e şikayet etmezsem! dedim ve ayrıldım. Rehbere girmişsin ama insan gibi davranmayı öğrenmemişsin. Döner dönmez öğrendim ki şirketin rehbere bir tek bu restaurantı girememiş. Bu kafayla giremezde. Michelin'e yazmadım ama şirketin ana adresini bulabilirsem mail atacağım. Ya da şirketin adını vererek Michelin'a da yazabilirim! Yazmam da gerekiyor...
Diğer taraftan Türkiye'den gelecek arkadaşım için bilet bulamıyoruz. Ayrı sinir bozucu bir durum, bulduğumuz bilet ertesi güne fiyatı ikiye katlanıyor. Kafayı yedik (yiyoruz), nasıl yapacağız nerden bulacağız, ayrı bir konu. Herşey üst üste geliyor. Hayırlısı...
Bu haftaya ise güzel başladım ama hücrelerimin çok yavaş gelişmesi çalışma programımın aksamasına yol açıyor, beklemekten başka çare yok. Laba gidiyorum ama ayak altı olmamak için çaba sarfediyorum. Ufak ufak sorunlarda olmuyor değil. Bir tarafım neden uğraşıyorsun bunlarla diyor, diğer tarafım çalışmalısın Nobel seni bekliyor diyor ;) (Nobel sabırsızlanıyor benle kavuşmak için de)
Velhasıl son iki hafta içinde çevremde olup biten olumsuzluklarla içimdeki ben çarpıştı. Elimi kolumu kaldıracak halim yoktu, kafam karışık, duygular karışık, bitmeyen bir sorgulama, iş bulamama kaygısı vs vs.  Sonra Amnnnnnnnn dedim, attım kenara, düşünme boşver olacağı varsa olur,  Şu aralar iyiyim, sahip olduklarımla mutluyum, günü yaşamaya ve keyfini çıkartmaya çalışıyorum. Haftasonu günü birlik bir geziye katılma planım var. İyi geleceğini umuyorum.

Pazar, Ocak 10

2010'un ilk haftası

Yorucu ve bir o kadar da keyfli geçen tatilden sonra haftaya adaptasyonum pek kolay olmadı. Hem dinlenmeye çalışarak hemde sorumluklarımın üstesinden gelmeye çalışarak geçti. Aylardır projeye dahil olma hayalindeydim. 2009'un sonunda hayalimin gerçek olacağı haberini aldım.Yeni yıldan itibaren de çalışmaya başladım. Bu bağlamda Pazartesi günü 2010'un en güzel başlangıcı oldu. Mutluluktan havalardaydım. Uçuşum çok uzun sürmedi tabi, çalışacağım konuyu ve yapacaklarımı öğrenince gülümseyen yüzüme tedirgin bir ifade beliriverdi. Supervisor'um dediklerine kafa sallıyorum ama gerçekte ne yapacağız, neden, niçin'lere cevap bulamıyordum. Okumam için verdiği makaleler de beni aşıyor. Üzerinde çalışıyorum ama detayda anlamam için destekleyici kaynaklara ihtiyacım var. Üstesinden geleceğime inanıyorum. Umarım bu kadar pozitif düşünceye bir şeyler aydınlanır. Yeni bir gen keşfetmiyeceğim ama proteinin metabolizmasını anlamaya çalışacağım. İlk iş olarak hücre kültürle başladık. Tüm hafta hücre kültürümle ilgilendim, özenle büyütüyorum. Başına bir iş gelmemeli, çocuğum gibi görüyorum. Seviyorum, hassas davranıyorum, üzerine titriyorum.. :))) (uyyyyyyy... hafta sonunu iyi geçirmiştir umarım, güzel güzel büyümüştür, kontamine olmamıştır inş.)
Lab dışında geçen zamanlarım da mümkün olduğunca sağlıklı ve kaliteli yaşamaya çalıştım. Her gün yemek yemeye dikkat ettim. Kayak tripinde çok eleştiri almıştım, sağıklı beslenmiyorum, yemek yemiyorum diye. Dediklerini yaptım, üşenmeden her gün yemek pişirdim.. :)
Hafta sonuna doğru Yahova grubu yine ziyaretime geldi. Kapı çalışından anladım ama umudumu kesmiştim gelmezler artık diye.. İnanmıyorum kadın da ne azim. Ben sözümü bile yerine getirememiştim. (henüz cevaplamam gereken 4 soru hala askıda). Utandım sözümü zamanında tutmadığım için. Enteresan bir olay da ; daha önceden verdiği kitap hakkında detayda anlamıyorum İngilizcem dini terimleri anlamada yetersiz deyince hiç üşenmeden Türkiye'den benim için Türkçe kitap getirtmiş. Görünce şoke oldum. Bu nasıl organize olma, nasıl çalışma.... Gelecek hafta toplantılarına çağırdılar, İncil okumalarına.. Fırsatım olursa gideceğim, ödevimi de yapıp götürcem.
Diğer taraftan spora başladım, malum kayak sonrası hamlığımı biraz atmışken devam ettireyim dedim. Çıktığım koşudan 5 dk geçmeden tıkandım. Yürüyerek geçirdim hedeflediğim zamanı. Devamının gelmesini umuyorum.
Cumartesi ise Erselle birlikte ani bir konser kararı aldık. Gittik Filarmoniye yine bir senfonik konsere. Çello ağırlıkta bir konserdi, başlangıç güzeldi sonraya doğru biraz uyuttu. :) Canlı konser dinledik güzel oldu dedik, ayrldık salondan.
Bugünde Banu hocamdan esinlenerek aşure olayına el attım. Bizim evin de eskiden beri adetidir; Muharrem ayının ilk günü bir kazan aşure pişer ve tüm komşulara litre litre dağıtılır. Evimizde koca bir kazanı pişirmeye müsaittir. Eski Alanya evlerinden olunca mutfakta bir ocaklık ve odun ateşinde pişirilen aşure.. üfff üfffff ... Annemin aşuresini üniversite hayatım boyunca pek yiyemedim ama tadı hala damağımdadır. Aşure zamanı dışında da canım çok çektiğinde kırmaz yapardı. :( (Anneciğimmm seni çok özledimmmmmmm..) Başkalarının yaptığı aşureyi pek yiyemiyorum, içerisinde ne kadar kuru meyve varsa dolduruyorlar, hele koca koca kayısılar, osmos olmuş üzümler, ne bulursa katılır mantığı, bence tadını ve rengini bozuyor, sade ve lezzetleri çok karıştırmadan seviyorum. Gerçi üniversiteden Kadir hocamın kestaneli, narlı aşuresini es geçemem.  Hiç üşenmeden 3 kilo kestaneyi ayıklamış, aşureyi pişirmiş getirmişti. İlk ve son kestaneli aşureyi o zaman yemiştim pek orjinal ve çok güzeldi.
Bende kafama göre annemin yaptığı usulde pişirdim aşuremi, arkadaşlarıma dağıtmak için tek tek  süsledim, hazırladım. Bence pek leziz oldu.. Bakalım tadanlar ne söyleyecek!
Haftanın dikkat çeken yemek fotoğrafları; (Babam en az annem kadar ne yiyor bu kız diye merak ediyor, korkmayın kendime bakıyorum) : )


 Yoğurt soslu brokolili pilav (güzeldi)


 Yoğurtlu gnocchi (ocakta unutmuşum fazla haşlandı, idare ederdi) 
 












Kiraz barbunya (havucum yoktu, şöyle böyle oldu) 

  
Aşuremm! (çerez bardağı gibi duruyor ama leziz!)




"Dört duvar arasında hayat öğrenilmiyor" Barışın sözü, duvarıma yazdım dedim ama inanmadı :))

Çarşamba, Ocak 6

Szklarska Poreba ve yeni yıl

Ekonomik açıdan Avrupa gezimin beni sarsması üzerine uzun bir müddet acaba gitsem mi? diye düşündüğüm organizasyona katıldım. Ne iyi  de etmişim.... ;) Öncelikle tatilin içeriğinden ve hazırlığından bahsetmek istiyorum. Ana konu kayak ve yeni yıl. Dikkatimi celbeden asıl kısım kayaktı. Geçmişteki seviyemi geliştirmek için harika bir fırsat. Malum geç karar sonucu herşey son dakikada oldu. Araya Noel tatili de girince herşeyi dışarıdan halletmeye çalıştım. Vakit darlığından ESN'e bankadan ödeme yapmak zorunda kaldım ki yer kalmayacak diye ancak hiç gerek yokmuş. Diğer taraftan kayak kıyafetlerimin Tükiyeden vaktinde ulaşmamasından yeni almama kadar. Velhasıl hafta sonunu Bochnia'da geçirince de tüm hazırlık apar topar oldu. Pazar akşamı geç saatde yurda dönebildim ve elime ne geçirdiysem koydum valize. Bir haftamı geçireceğim gezi için Pazartesi gününün ilk ışıklarında attım kendimi sokağa. Buluşma noktası yurdun hemen arkasındaki üniversitenin kütüphanesi olması çok iyi oldu. Tripe katılanlar ise tanıdık yüzlerdi, nerde parti orda benim diyen tipler. Tanımadığım çok az kişi vardı. Krakow'da ilk defa gördüğüm üçlü bir Türk grubuda vardı ki sormayın. İlk izlenimleri bende pek güzel etki yaratmasa da sonradan kaynaştık. Keza ilk gördüğümde bile selam vermek istemedim.  Konuştukları konuyu da duyunca nerden çıktı bunlar diye içimden geçirmedim değil.. ;)
Neyse efendim, 40- 45 kişilik  grupla atladık otobüse koyulduk yollara. Yolun bu kadar uzun olacağını ise hiç tahmin etmezdim, biraz yol alıyoruz tamam varacağız diyorum mola.. Sonra biraz daha yol alıyoruz yeni bir mola daha.. Bol molalı, alışverişli, ağırcana bir yolculuk oldu. Akşam vakti anca hostelimize varabildik. Çok şükür. Oda seçiminde de kafama göre yaptım, ilk başta yalnızdım, umarım gelecek kişiler tanıdıklarım olur diyordum ki bir anda ESN'nin ağır topları çıkıp geldi. İlk başta birbirimizi sevmesekte alıştık .. ;) 10 kız ve 2 erkekle uyumlu bir oda olduk. İlk akşamdan eğlence başladı. Sanki kayak tripi değil içme tripiydi. O kadar çok içki tüketildi ki karaciğerlere acıdım. Kaldığımız yerin ismi Szklarska Poreba, Wroclaw şehrine ait  şirin bir kasaba. Merkezde herşeyi olan kayakçıların uğrak mekanı, kış turizminin gayet güzel yapıldığı yer. Çek cumhuriyetine sınırı var.  Yarım saatlik mesafeden kolaylıkla sınır geçilebiliyor. Organizatörlerde kayakçı olunca Çek Cumuriyetinin pistlerini tercih etmişler. İki büyük pistini görme ve de deneme şansım oldu.Gelelim günlerimi nasıl geçirdiğime;    
Salı günü; şöförümüzün akşama Krakow'a dönmesi gerektiği için bize biraz uzak ama çok meşhur olan Hromovka'ya gittik. Sabahın çok erken saatlerinde yola koyulduk. Öğlen 2'ye kadar vaktimiz vardı. Kayak kirala, telesiyej sırası bekle vs derken bir hayli zaman gitti. O kadar methiyenin üzerine daha gelişmiş bir merkez beklerdim. Alternatifsiz tek bir yer de kayak kiralandığı içinde sinir bozucu  ayrı bir durumdu. Keza kayak Türkiye'den kesinlikle ucuz ama hizmet yok. Nasıl uyuşuklar anlatamam. Üstelik sadece ayakkabı ve kayak veriyor parasını alıyor bu kadar... Ayakkabıyı giydirmek, kilitlerine bakmak, birebir ilgilenmek vs yok. Oldu mu oldu bitti haydi güle güle.... Böyle olmasına rağmen bıt bıt.. O kadar kişi de sabırla bekliyor sırasını ki Türklerde bu sabır yoktur, hemen birisi başlatır söylenmeyi... ;) Fiyatlar ise şöyleydi; günlük full ski set 350 czk (14€), lift tek çıkış 100czk, günlük ise 560 czk. Türkiye de geçen sene Davraz da günlük ski rent ücreti 75 tl 'den kiralamıştık ki, Uludağ değil, Kartalkaya değil... Ülkemizde ne kadar uç bir spor.. Neyse
Velhasıl Hromovka da günüm çok kötü geçti. Endişeli çıktığım tepeden inemedim. :( Kondisyonsuz halde, ayakkabıdan rahatsız halde, pratik yapacak alanın olmamasının yanında, pistin buzla kaplı olması, suni kar gibi bir sürü sebep sayabilirim. Tepeye çıktıktan sonra vira bismillah başladım kaymaya ilk başta iyiydi.  Düşe kalka da olsa gidiyordum. Yol ayrımına geldim ki bilgilendirme tabelası yok. Bir kaç kişiye sormak istedim ki  duran yok, yakaladıklarımdan da İngilizce bilen yok ;) Meğer seçtiğim yol o pistin en zorlu inişiymiş. :) Korku ve adrenalin tavan yaptı. Düşmelerim, kayaklarımı kontrol edememem artı da arttı. Anlaşıldı yürüyerek ineceğim... 45 dereceden daha dikti. Yürürken bile kayıyordum. Biraz  iniyorum mola veriyorum, fotoğraf çekiyorum. Biraz iniyorum snikers yiyorum, manzaranın keyfni çıkartıyorum, kayan küçücük çocuklara sinir sinir bakıyorum :)))  İnerken yalnız değildim ben gibi bir kaç kişi de yürüyerek inmeyi tercih etmiş ki mutlu oldum :))
Neyse geri kalan zamanımı sıcak birşeyler içerek ve fotoğraf çekerek bitirdim. Organizasyonu yapan arkadaşların bencilliklerine kızdım. Bize daha detaylı bilgi verebilirlerdi. Bilgi vermediler bile ki detay istiyorum. :) Daha sonradan tesisle ilgili detaylı bilgi arayınca birden fazla liftin ve bir sürü pistin olduğunu gördüm. Üstelik daha kolay ve daha uzun olanları da mevcutmuş. Sadece 500 mt ileride çok harika bir pist olduğunu görünce içim gitti. Yazık oldu parama, zamanıma...  

Çarşamba gününüm ise pek eğlenceliydi diyemiyeceğim. ;) Türk arkadaşlarla beraber takıldık. Bu kez Harrachov denen bölgeye gittik ki çok beğendim. Kayakla atlama turnuvalarını Eurosport'dan imrenerek izlerdim meğer burdaki piste de yapılıyormuş. Bu seneki dünya şampiyonası da Harrachov'da Aralık ayındaymış ama havanın elverişsiz olmasından iptal edilmiş. Kayakla atlama pistinin bu kadar büyük ve heybetli olacağını hayal edememişim.  Çıkmadan korktum :)
Türk arkadaşlar illa snowboard diye tutturdular. Abi çok havalı, abi çok artist duruyor vs. Sanki kiralayınca kendisi de öyle olacak. :) Bende yarım günlük kayak kiraladım. (Havanın kötüye dönme olasılığından saat 2 de dönebiliriz anonsundan kaynaklı.) Beraber düştük pistin yoluna. Snowboard üzerine daha önce izlediğim eğitim videolarından bildiklerimi arkadaşlara  paylaştım ama biraz ukalaca, biraz da bilmiş bilmiş. Ücrretsiz ders verdim ama alan yoktu. :)) Liften çıkmadan önce arkadaşlara; denem epistinde öne çalışın, board'un üzerinde durmasını öğrenin bi dedim ama beni yine dinlemediler... Hep beraber çıktık tepeye.. Liftden iniş ayrı bir komik olaydı. Sağlam bir şekilde indim ama inişten ayakta çıkamadım, bir anda yerdeydim. Snowboardu ayağına takılı olan arkadaşım sağolsun can havliyle bana sarılınca beraber yuvarlandık gittik... Arkamızdan gelen iki arkadaşta yerlerde. :)))  Daha başlamadan buzun tadını herkes almış oldu.. Sonradan takip eden 5 dakika içinde herşey değişti. İlk başlarda abi yaparız, şöyle şöyle olcak bitti lafları fazla uzun sürmedi. Umutsuz vaka olduklarını düşünüp vazgeçtiler.. Tabi benim lafımı dinleselerdi daha sağlam bir başlangıç yapabilirlerdi.. :) Neyse bende biraz pratik yaparak, biraz daha geliştirerek, biraz  daha az düşerek devam ediyordum.. Taki dik ve dönemeçe gelene kadar... Dönemeci dıştan alamayıp dikine girince olan oldu, kayaklarımı yavaşlatamadım ve bir anda havada uçtum.. Çok kötü düştüm, çok çok kötüydü. Ne kadar göğüs üstü süründüm bilmiyorum. Bir müddet kalkamadım. İlk nefes bile zor geldi. O kadar kötü düşmüşüm ki bi tarafımın kırılmaması mucize.. Batonların biri bir yerde öbürü başka yerde, kayağımın biri ayağımdan fırlamış gitmiş bende yüzü koyun karda.. Benim düşüşümü görenler hemen yardıma geldiler. Hastaneye gitmelisin diyordu bir tanesi, bir tanesi kar motoru çağıralım mı diyordu :( Neyse yavaş yavaş toparlandım, derin derin nefes aldım, kırık varmı diye kontrol ettim, yardıma gelenleri gönderdim ve yavaş yavaş kalktım... Bir hayli zaman sonra kendimi iyi hissedebildim. Ama çok korktum... :(( Sonrası biraz yürüdüm zor yerden sonra aşağılara doğru kaya kaya indim.. Sonrası küçük pistte bir saate yakın dönüşlere çalıştım, kendime güvenim geldi. Evet yarın tepeden sorunsuz kayabilirim dedim. Demesine ama  ertesi gün yılbaşı... Hevesim kursağımda kalarak Perşembe gününü hostelde geçirdim. Akşama doğru ortalık hareketlendi. Yılbaşı yemeği için mutfaktaki ekip tam gaz çalışıyor. Bari yardım edeyim zaman geçsin dedim. Soğanları görünce dayanamayıp ben doğrayayım dedim atladım işe.. Malum doğrama teknikleri konusunda oldukça iyi olduğumu söylerler. Geçmişteki fast food işletmeciliği ve yemek yapma merakıyla daldım ekibe. Ağlamadan soğan doğramayı bilen şanslı insanlardanım... Doğranacak ne kadar sebze, soğan, sarımsak varsa elimden geçti. Pek mutlu oldum işe yaradığıma. Hızlı doğrayışım, krebi ustaca çevirişim, konserve açışım derken Eurodinner birincisi duruyor burda hey hey heyyyy sinyalleri gönderdim durdum :))) Türk arkadaşlarda sağolsunlar işte Türk kızları böyle diyerek de reklam yapmaktan geri kalmadılar. Akşamın ortalarına doğru tüm hazırlıklar tamamlanmış, kostümler giyilmiş, şampanyalar soğutulmuş, süslü yemek salonu davetlileri bekliyordu. Çok hevesle partiye katıldım ama güzel başlayan parti çok geçmeden güzellikten çirkinliğe, iğrençliğe dönüştü. Kalabalık partilerden çok ev partisini tercih ediyorum. İnsanlar uslu uslu içsin, dans etsin, eğlensin. Gece de grupla benim eğlence anlayışımız farklıydı. O gece eğlenmeyen tek insan bendim herhalde.. :) Alkol kullanmadığım ve eğlence dedikleri basitliğe dahil olmadığım için biraz tepki aldım. Birkaç Türk arkadaşımın yazık sana demeleri  ayrı bir trajik olaydı. :) Eğlence denen olay kısaca şundan ibaretti; son derece yüksek bir müzik düşünün, loş ortam, sayısız vokta shotlar, sürekli bir eş değişimi, kim kiminle dans ediyor,  kim kimi öpüyor  ya da birlikte belli belirsiz karma karışık bir tablo. 
Erasmus demek onlara göre; deli gibi içmek, içmek,  kim olduğunu bile hatırlamadığın birisiyle geceyi geçirmek, ertesi sabah başkasıyla uyanmak, sosyal hayatı partilerle eş görmek, gündüz uyumak geceleri eğlenmek, sürekli tüketmek, güya özgürlüğün tadını çıkarıyorum felsefesine kapılmak ve hayat budur demek .. Oysa bu ve bunun gibi düşünceleri barındıran hayatları Dorian Gray'e benzetiyorum. Onlarda yaşamlarını şeytanın ruhuna kilitlemişler. Gerçek mutluluğu henüz tatmamışlar. Hayat bu değil kardeşim! Bu yüzdendir ki bazı Türk öğrenciler Erasmus sonrası adaptasyon sorunu yaşıyor. Hayal kırıklılığı yaşayacakları için üzülüyorum onlar adına..  :))
Dönelim kendime; :) geceyi biraz Trt-Turk den fasıl dinleyerek, biraz  kendimce uyumaya çalışarak, başaramayınca biraz yazarak geçirdim. Bir ara sokakta kaldım; odaya giremedim, Tv odasını işgal edilmiş buldum. Sokakta kaldığım sıralar ani bir çıkış olayım oldu ki! 2009'un en berbat konuşmasıydı. +1'den başladığım konuşmaya -1 mağlup olarak ayrıldım. Son derece çaylak ve gereksiz bir konuşmaydı. Tüm hafta nasıl  üstesinden gelirim diye düşündüm ve susmayı tercih ettim. Bazen kendimi anlamıyorum. İçimde tutamıyorum cümleleri, zamanlı zamansız çıkıveriyor bir anda. Sonra toparla toparlayabilirsen.Umarım gelecekte bu konu açılmaz, açılırsa da kendimi tutamayabilirim.. :))) Yeni yıldan ise sadece iş ve kariyer istedim.
Cuma günü; sisli havada kısa bir yürüyüş yaptım kendimce.. Yine sıkıcı bir gün oldu. Bilgisayarımı yanıma almadığıma çok pişman oldum. Her gün Internet başında olan bir insan olarak Internetsiz bir yaşam susuz hayat gibiydi. Cuma günü akşam biraz eğlendim. Karaoke organizasyonu düzenlemişlerdi. Ama karaoke bir türlü başlatılamadı. Yeni aldıkları karaoke setin mikrofonu çalışmıyormuş. :) Elektronik mühendisi olma hayalim vardı bir zamanlar.. Pek severim söküp takmasını.. :) Verin dedim bir de ben deneyeyim. Sihirli ellerimle hemencecik mikrofonu çalıştırdım. Zavallı yeni ve sağlam mikrofonun açıp kapatma düğmesini kırana kadar zorlamışlar. Sorunu ise ses sisteminden; mikrofonu açmamışlar :) Lehçe bilgisayarda ezbere açtım, çalıştı. Bir anda yine istemeden puan topladım, şımardım.. :) Ne yapayım yetenekliyim ve ukalayım :))) O gece öyle geçti bizde Türk grubu olarak bir kaç Türkçe şarkı seslendirdik. Manganın "Beni benimle bırak" parçası pek beğenildi. :))
Cumartesi ise son günümüzdü. En güzel geçen günüm oldu. Harracov'da sabahtan akşama kadar kayağın keyfine vardım. Tele-ski bölümde çalışarak geliştirdim. Artık çok hızlansam da istediğim zaman durabiliyorum. Yaşasınnn. :) Tepeden başarılıı bir şekilde indim ve tekrar çıkmak, kaymak istedim. Çok çok mutlu oldum. Yeterli para ve zaman olmadığı için hevesim kursağımda kaldı... :( Gerçek anlamda zevkini yaşamış oldum.. Süperdi. En kısa zamanda tekrardan diye söz verdim kendime... Cumartesi akşamında ise güzel bir organizasyon vardı. Sokakta ateş üzerinde sosis kızartmak ve "kuling" denen atlı kızakla gezinti yapmak. Vejeteryan olduğum için kötü haber aç kaldım. Ateşte ısındım biraz da arkadaşlar için sosis kızarrtım. Benim için pek de enterese bir olay değildi. Babam evde her akşam ocaklığı yakarak ısındığı için gözüm, gönlüm doymuş ateşe. Anne kuşumla geçen sene bahçeden eve odun taşımaktan bıkmıştım bile :) Bahçeli bir evde büyümek, apartman çocuğu olmamaktan dolayı bazen şanslı hissediyorum. Kubik'de çok güzeldi. 6-8 kişilik kızaklara atladık, elimizde odundan meşalelerle karanlığa sürüldük. Kızaktakilerin çoğunluğu Lehti. Avazıları çıktığı kadar şarkı söylediler. Başımı şişirdiler. :) Ormanın içinde ilerlerken sessizliği dinlemeyi tercih ederdim. Yaşlandım mı ben ne! Herşeyde bir sakinlik, sukunet arıyorum. İleri ki yıllarımı düşünemiyorum. :))
Ez cümle, bol ktiviteli, bol oksijenli, bol akraksiyonlu bir haftaydı. Herşeyiyle değdi. Mutlu başladım mutlu ayrıldım..




Cuma, Ocak 1

Bochnia'da bir hafta sonu

Süper süper ötesi bir haftasonu geçirdim. Herşeyiyle dolu dolu ve çok özeldi. Noel gecesinin sabahı bana evlerini sonuna kadar açmaları Lehler üzerindeki ön yargılarımı bir çırpıda eritti. En az bizim kadar misafirperver, rahat ve güleryüzlüydüler. Oda arkadaşımn beni arabayla yurttan alması ve yurda bırakmasıda ayrı bir incelikti. Türkiyede üniversitede arabası olan arkadaşlarımdan görmediğim hürmeti gösterdi.. Çok çok onure oldum.
Bohcnia, Krakow'a bağlı küçük bir kasaba. Evleri birbirlerine neredeyse komuşluk ilişkisinin pek olamayacağı uzaklıklata kurulmuş, son derece güvenli, sessiz, havası çok temiz ve sakin bir yer. Çok harika ata binilecek arazileri, uçurtmamla deli gibi koşacağım düzlükleri var. Evleri klasik en fazla üç katlı villa tipi şirin mi şirin bir kasaba..
Burayı çok sevdim. Detaylı bir haftasonunda neler yaptım.. Bi bakalım..
Cumartesi günü evlerine girer girmez ailecek çok sıcak bir karşılama ve hemen sofraya geçme faslı. Elwira vejeteryan olduğumu daha öncesinden annesine söylemiş olmalı ki yemekleri bana hitap ediyordu :)))  Neler mi yedik? ;) Başlangıç; adını unuttuğum bir sebzeli, erişte çorbası, daha sonra patates püresi, lahana salatası, rus salatası ve biftekten oluşan ana yemek tabağı. Porsiyonların büyük oluşundan biftek harici diğerleriyle bir hayli doydum söylenebilir.. :) Daha sonra pasta-poğaça eşliğinde çay faslı ve boool sohbet... Tahmin edileceği üzere poğaçaları da lahanalı.. Her öğünde hiç de azımsanmayacak kadar lahana tüketiyorlar. Sonrası sohbete dalıp saati geçirmemizle birlikte geç başlayan Bochnia turu.. Malum tatil, gezilecek-görülecek yerleri kapalı.. Wieliczka tuz madeninden daha büyük ve bi o kadar meşhur olan Bochnia madenini kapıdan görüp çıktık. Kalesini de aynı şekilde. İlk defa şehir hapishanesi gördüm. Oldukça küçük, eski ve sessiz. Polis karakolunun bile kapalı olduğunu görünce ne kadar olay olabilir ki bu şehirde diyeiçimden geçirmedim değil. Daha sonrası havanında soğumasıyla birlikte eve dönüş ve güzel bir akşam...
Pazar günü ise, geç yatmama rağmen oldukça erken ve dinç bir kalkış sonrası hafif atıştırmalık vs.. 12 ye doğru ise ailecek bir hareketlilik herkes kiliseye ayine katılmak için hazırlık. Oda arkadaşımın sende gelmek istermisin teklifiyle hemen atıldım.. Çok da merak ediyordum, baştan sona bir kilise de pazar ayini nasıl oluyor?
Kasabanın en önemli ve tarihi kilisesine gittik. Ayakta pür dikkat yaklaşık 1 saat ayini izledim. İnsanların bu kadar gerçekte sahih olmayan bir dine bu kadar bağlı kalmalarına çok şaşırdım. Çok küçük yaştan kiliseye alıştırmaları, ayinde çok küçük çocukların görev almaları vs.. Bir Müsmüman gözüyle çok sevdiğim bu insanların ahiretlerinin olmayacağını bilmek daha da acı verici. Çok üzüldüm onların adına. Kilisede onlar dua ederken ben de onlar için dua ettim.. Bu kilise ziyareti sonrası normalde çok dinden konuşmamıza rağmen bir anda dinden bahseder olduk. Aslında Elwira islamiyeti yanlış tanımış yada tanıtılmış. Ben aslında şöyle duymuştum ama öyle değilmiş vs.leri kendisinden çok duydum. (Neyse efendim konumuz tebliğ ve irşad faliyetleri değil.. Bu konu hakkında daha detaylı olarak, Yahovanın şahitleri grubundan ve onların faliyetlerinden bahsederek bir ara değinmeyi düşünüyorum.) Sonrası malum Pazartesi günü Szklarska Poreba kayak gezim başlayacaktı. Tükiyeden kayak kıyafetlerimi yük etmemek için getirmemiştim. Postayla evden rica ettim ancak Noel tatilinin hafta içi olmasından dolayı elime zamanında ulaşmadı. Kıyafetsiz kayak buzlu bir suya atlamak gibi.. Uygun bir fiyata kıyafet bulmak ve hazırlık yapmak için erkenden Bochniadan ayrıldım. Tabi giderkenden yine bizim kültürümüze yakın aç göndermeyiz olayı başladı.. Yine bir sofra.. Bu kez tamamiyle benlik bir menü.. Domates çorbası, lahana turşusu, balık fileto ve patates püresi. :) Nefis enfes süper bir yemekti. Aile ortamını çok özlemişim. Çok iyi geldi, kendimi buldum. Sonrasında yine ince bir düşünce göstergesi, annesinin benim gezim için yolluk hazılaması olayı. Gözlerim doldu. Annesinin boynuna sarılıp ağlamak istedim.. Çok harika bir aile ve üstün misafirverperlik örneği çok taktir ettim. Alanyaya ailemle tanıştırmayı ve onları misafir etmeyi çok istiyorum. Gelecekte belki bir gün.. ;)
Şu anda bu yazıyı Szklarska Poreba da kaldığım Wojtek hostelden yazıyorum. Bir haftalık kayak ve yeni yıl maceram devam ediyor. Çek dağlarındaki kayak pistlerinden, buradaki ile Türkiyedeki kayak sporunun nasıl yapıldığı vs...  Detayları Krakow'a dönünce yazacağım. Keza yazacak çok konu var. Umarım vakit bulur ve arşivleme şansım olur.
Herkesin yeni yılını kutlar, önce sağlık, sonra akıl, fikir,  huzur ve mutluluk diliyorum...

Annesinin orkidedelerinden..

;)

Çaylar...

Kadının fendi erkeği yendi...

Bochnia kalesi

Kasabanın tarihi kilisesi

;)

Ben Türk kahvesini özledim!

Koyu sohbetimizin hatırası